"Sen sevmeyi bilmiyorsun," demiştin bana. Bir kez ilişkimizin en başlarında, bir kez Cunda adasında, birkaç kez daha ve artarak da sonlara doğru. Yaptıklarım sendeki tanım ve kalıplara pek nadir uyardı, ama severdin bu yönümü aslında. Sevmeyi bilmediğim sonucuna sanırım sadece çok çaresiz anlarında varıyordun.
Bu lafın bana zehir zemberek bir tokat gibi, hali hazırda kanayan yüreğime tuz basmak gibi, ve aşırı şiddetli geliyordu. Böyle bir şiddetini nasıl uyguladığını, seni ve birçok başka insanı delicesine seven kalbime sevmeyi bilmediğini nasıl söylediğini aklım almıyordu. Bu lafını her duyduğumda aklımdan vurulmuşa dönüp, kendimi kaybediyordum. Sen benim sevme becerimi, sevme tanımımı, sen benim sevme özgürlüğümü, dilediğimce istediğimce uygun gördüğümce sevme özgürlüğümü kim olur da, hangi hakla, hangi vicdanla alırdın elimden? Bu insanlığımı elimden almakla bir değil miydi?
Yeni yıkanmış çarşaflarda geniş geniş uyumak en sevdiğim uyuma şekli ama uyuyamıyorum bu gece. Sevgilimin sıcak bedenine dört farklı açıdan sarılmayı denedim. Öpücükler kondurdum güzel kokulu tenine. Ona onu sevdiğimi söyledim. Onun iki rüya arasından dökülen mırıltılı sözlerini dinledim. Gözlerim hala fal taşı gibi açık.
Ne kadar anladığımı sansam da hala tam anlayamıyorum. Gece yarılarında kendimi düşünürken buluyorum. Sekiz ay oldu. İlk günlerde zaten anlamak mümkün değildi böyle bir sevginin nasıl mümkün olduğunu. Sekiz aydır aynı adamı her geçen gün artarak seviyorum. O da beni seviyor, her geçen gün artarak. Sekiz aydır teknemiz ne o yana ne bu yana yattı. Masmavi depderin ama bir o kadar da sakin bir okyanusta yumuşacık rüzgarlarla en sabit hızda ilerliyoruz. Bir tane kavgamız olmadı. Emin olmadığımız tek bir an. Aramızdaki bağa inancımızdan, güvenimizden, konuşma ve sorun çözme kabiliyetimizden emin olmadığımız tek bir an. Kendimizi nerede bulursak bulalım, sevgiye geri dönüyoruz büyük bir hızla.
Bu nasıl mümkün? Anlamıyorum.
Madem bu mümkündü de, daha önceki 28 yıllık hayatımda neden yaşayamamıştım bu sevgiyi? Neredeydi bu allahın cezası sakin okyanus? Neden hep gebeydik, ben ve sevdiğim adamlar, türlü türlü eziyetlere?
Cevabı kısmen biliyorum.
Geçen yaz sonu, yani sevgilimle ilişkimizin başlamasından bir süre önce, Ludovic tane tane anlattı herşeyi bana. "Baban seni çok çok sevmiş evet ama, sana sevgiyi yanlış öğretmiş," dedi. "Sevgi böyle fırtınalı birşey değildir. Bir çok iyi bir çok kötü, bir çok güneşli bir gökgürültülü, karanlık, yağmurlu olmaz. Olmak zorunda değildir. Sen her an fırtına çıkacak diye bekliyorsun. Fırtınasız yaşayabilirsin sevgiyi. Bu mümkün." dedi.
İtiraz ettim elbette ki. Yaşayamam dedim. "Yaşayacaksın bundan sonra bak gör," dedi. "Ben fırtınasız yaşasam da sevdiğim adam buna izin vermez" dedim. "O halde onun yanlış adam olduğunu görecek ve kapının önüne koyacaksın," dedi. "Koyamam, o zaman yalnız kalırım, mutsuz olurum," dedim. "Doğru sevgiyi bulacaksın, bulmakta inat edeceksin, bunu hak ettiğini artık anladın," dedi. Ben naz yaptım, o anlattı, ağladım, sakinleştirdi. Sonunda bir şekilde en içimde en derinde bir yeri başarıyla ikna etti. İkna etti biliyorum, çünkü kısa bir süre sonra böyle fırtınalı bir adamı, hayatımda ilk defa kendi rızamla, yalnız kalmaktan bir daha sevilmemekten deli gibi korksam da, aldım sakince kapının önüne koydum. Sakince dediğime bakma, titremekten konuşamadım kendisiyle ayrılırken. Ama yaptım sonuç olarak, ve dönüp de arkama bir kere bile bakmadım. Kararımdan bir saniye kuşku duymadım. Eskiden hep ben terkedilirdim, en mutsuz olduğum ilişkiden ayrılmak bile imkansız gelirdi. Ama bu sefer içimde ikna olan o yer, alıp çekip çıkardı beni olmam gereken yere. "Single" ama en azından güvende olduğum, kendimde olduğum yere.
Ve ardından hayatıma sevgilim girdi. Sakin mi sakin, derin mi derin, hava bazen kapansa da fırtına çıkmıyor, teknemiz yan yatmıyor, su almıyoruz boğulana değin.
Bu nasıl mümkün?
Cevabı kısmen biliyorum.
Ben mümkün olacağına inandım. Öyle de mümkün oldu. Fakat yine de, sekiz ay sonra bile hala birçok an, durup geçmiş sekiz aya inanmakta zorlanıyorum.
Böyle bir panikle yatarken ve "acaba fırtına çıkacak mı" diye meraklanırken bu gece karanlıkta, aklıma "Sen sevmeyi bilmiyorsun" lafın geldi. O zamanlar bana şiddetin en zalim hali gibi gelen bu söz, 4 yıl sonra ilk defa doğru geldi.
Ben bilmiyormuşum sevmeyi.
Dün Esther Perel'in çift terapisi seanslarından birini dinliyordum podcastinde. Terapiye gelen adam küçük yaşta cinsel tacize uğramış ve bu yetmezmiş gibi babasının annesine yaptığı fiziksel şiddete de tanıklık etmiş yıllarca. Beden, çocuk bünyesinin kaldıramadığı bu yoğun şiddeti paketleyip yüksek bir rafa kaldırmış, bu acının varlığını aslında hep göğsünde hissetmiş adam, ama bu acıya her istediğinde ulaşamamış, ulaşsa da doğru kanallayamamış. Bu durum kompartmanların oluşmasına sebep olmuş. Acıyı sakladığı, asla belli etmediği, ve kompanse etmek çabasıyla da mükemmel bir eş ve mükemmel bir baba olduğu, 40 senelik bir evliliği sürdürdüğü bir kompartman. Acısıyla yüzleşememiş olduğu için kadınlarla işlemsel, mekanik, duygusuz ilişkilere girdiği, seks bağımlısı olduğu, evlenmelerinden bir ay sonra başlayarak 40 yıl boyunca eşine ihanet ettiği, olduğu insandan nefret ettiği, kendisinden yüreğine sığmayan bir utanç duyduğu bir diğer kompartman. Esther Perel'e bu iki kompartmanı, ve şimdi ihanetlerin ortaya çıkmasıyla yıkılan bu evli iki kişiyi nasıl bir araya getirebileceklerini soruyorlardı.
Dinlerken kendi kompartmanlarımı düşündüm. Bana yapılan tacizleri. Beş yaşında çocukken beni - sanırım ne yaptığını bilmeden - taciz eden benden birkaç yaş büyük erkek çocuğu. 27 yaşında yetişkinken beni - ne yaptığını bal gibi bilerek - taciz eden 60 yaşındaki adamı. Benim tanıklık ettiğim anları. Babamın fiziksel, sözel, duygusal şiddetini. Dedemin fiziksel, sözel, duygusal şiddetini. Şiddet gösteren bu erkeklere, çocukken kendi büyükleri tarafından uygulanmış olan fiziksel, sözel, duygusal şiddeti. Kadının başını çocukları önünde mutfak mermerine vuran erkeklere, kadının kafasına damdan tuğla atan erkeklere, kadını kan içinde bırakan erkeklere, çocuklarını ondan almakla tehdit eden erkeklere, iki bebeği ölmüş karısını "hasta bu" diyerek akıl hastanesine gönderen erkeklere, yemek sofrasındaki bıçağı korkutma amacıyla kullanarak kadının üzerine yürüyen erkeklere, oğlunun sırtında sandalye kıran erkeklere, benim baba, dede, büyükdede, büyükbüyükdede dediğimi düşündüm.
Evet, ben sevmeyi bilmiyormuşum.
İçimdeki derin yer biliyormuş ama içinde bulunduğum gündelik hayatta bilmiyormuşum. Bilsem de adını net koyamıyormuşum. Ne hissettiğimi anlamıyormuşum. Bir kompartmandan diğer kompartmana bir dans varmış sadece.
Hatırlıyorum bir seferinde seks yapıyorduk seninle, ve seks ilk defa sevişmek olmuştu. Durup sana, "Birşeyler farklı şu an, kalbim kalbinle atıyor, sanki kalbin benim bedenimde atıyor," demiştim. Sen "Bunun nesi garip?" der gibi bakmıştın bana, çünkü senin normalin zaten buydu, ve derken geldiği hızda kaybolmuştu bu içimdeki yeni his. Belki birkaç kere daha olmuştu bu sevişme hissi iki senelik ilişkimizde, ve gittikçe daha sık olur olmuştu. Sonra barınamadı fırtınamız şiddetlenirken, bir daha yüzeye çıkmaya tenezzül etmedi, ve zaten biz de barınamadık ilişkimizde. Senden sonra başkasıyla oldu mu o his emin değilim, olur gibi oldu sanki. Şimdiki ilişkim başladığından beri ise herşey tepetaklak. Sevgisiz aşksız cinsellik bana anlamlı gelmiyor. Cinsellikle sevgi arasına yerleştirdiğim bu güçlü bağı artık istesem de çözemem gibi geliyor. Kimim ben, kim bu Zeynep, eskisi nereye gitti, anlayamıyorum.
Evet, ben sevmeyi bilmiyormuşum.
Korkuyormuşum o derin yere ulaşmaktan.
Ulaşır da yine yaralanır, yine kapanmak zorunda kalırım diye korkuyormuşum.
O derin yere istediğimde nasıl ulaşacağımı bilmiyormuşum.
O derin yere istediğimde ulaşabileceğime inanmıyormuşum.
O derin yerin beni görebilen ve duyabilen bir adamla (benzer travmaları olmayan ya da travmalarını çözmüş bir adamla) olduğumda zaman içinde, yavaş yavaş bir çiçek gibi açılacağını, kendini cesurca göstereceğini bilmiyormuşum. Herşeyi sürekli entellektüel seviyede yaşıyor, beynimi gereğinden fazla dinliyormuşum. Monogami mümkün mü, erkek arkadaşım mı yoksa sadece görüştüğüm biri mi, aynı anda kaç kişiyle görüşmeliyim, eski erkek arkadaşım arkadaşım olabilir mi vb sorularım, sorunun temeline inemeyen beynimin magazin kanallarında zaplaması gibiymiş.
Cevabın bedenimde olduğunu bilmiyormuşum.
Şimdi hala bildiğimi iddia edemem, neyi bilmediğimi bilmiyorum en nihayetinde, çoğu zaman kelimeleri bulamıyorum, uykum kaçıyor çarfaşlar tertemiz olsa da, geçmişten bir sürü koku, görüntü, his geri geliyor kopuk kopuk ışıklarla, ve bu derinlikleri araştırmaya gücüm de kalmıyor bazen.
Ama olsun. İnandım işte. Magazin izlemiyorum artık. Bedenimi araştırıyorum. Kararlıyım sevmeyi öğrenmeye. On yıl da sürse, yüz yıl da sürse. Öğreneceğim. Bak göreceksin.
Comments